31 Aralık 2013 Salı

VII. İŞGÜCÜ

Böylesine bir çırpıda yapılabildiği kadarıyla, değerin, her türden metaın değerinin mahiyetini tahlil ettikten sonra, şimdi dikkatimizi emeğin özel değeri üzerine çevirmemiz gerekiyor. Burada da, görünürdeki bir terslikle sizi tekrar şaşırtmak zorunda kalacağım. Hepiniz kesin olarak şu kanıdasınızdır ki, her gün sattığınız şey emeğinizdir, o halde emeğin de bir fiyatı vardır ve, bir metanı fiyatı onun değerinin parasal ifadesinden başka bir şey olmadığına göre, kesin olarak, emek değeri diye bir şeyin de olması gerekir. Ama, sözcüğün bilinegelen olağan anlamında emek değeri diye bir şey yoktur. Değeri oluşturan şeyin, bir meta içinde billurlaşmış gerekli-emek miktarı olduğunu gördük. Bu değer anlayışını uyguladığımızda, diyelim on saatlik bir işgününün değerini nasıl tanımlayabiliriz? Bu işgünü içerisinde ne kadar emek vardır? On saatlik On saatlik bir işgününün değeri, on saatlik emeğe, ya da içerdiği emek miktarına eşittir demek, bir totoloji, üstelik bir saçmalık olurdu. Elbette ki, "emek değeri" deyiminin gerçek, ama gizli anlamını bir kez bulunca, değerin bu akla-aykırı ve görünüşe göre olanaksız uygulamasını açıklayabilecek durumda olacağız, tıpkı gökcisimlerinin gerçek hareketlerinin ne olduğundan bir kez emin olduk mu, onların görünürdeki ya da salt görüngüsel hareketlerini açıklayabilecek durumda olmamız gibi. 

İşçinin sattığı şey, doğrudan doğruya emeği değil, onu kullanma hakkını geçici olarak kapitaliste devrettiği işgücüdür. Bu o kadar doğrudur ki, İngiltere'de de öyle midir bilmem ama, Kıtanın bazı ülkelerindeki yasalara göre, bir kimsenin kendi işgücünü satabileceği azami süre belirlenmiştir. Eğer kişinin işgücünü sonsuz bir süre için satmasına izin verilseydi, kölelik hemen o anda yeniden kurulurdu. Böyle bir satış, işçinin tüm yaşamı boyunca geçerli olmak üzere yapılsaydı, bu satış işçiyi, o anda. patronunun ömürboyu kölesi haline getirirdi. 

İngiltere'nin en eski iktisatçılarından ve en özgün filozoflarından olan Thomas Hobbes, daha o zaman, Leviathan'ında, bütün ardıllarının gözlerinden kaçan bu noktaya içgüdüsel olarak parmak basmıştı. "Bir adamın değeri, bütün diğer şeyler için olduğu gibi, onun fiyatıdır: yani, gücünün kullanılması karşılığında kendisine verilen şeydir"[32] demişti. 

Eğer bu temelden yola çıkarsak, bütün öteki metaların değeri gibi, emeğin değerini de belirleyebilecek durumda oluruz. 

Ama bunu yapmadan önce, pazarda, bir yanda toprağı, makineleri, hammaddeleri ve geçim araçlarım, yani işlenmemiş ilkel durumdaki toprak dışında hepsi emeğin ürünleri olan her şeyi elinde bulunduran bir alıcılar grubunun bulunması, öte yanda ise kendi işgüçlerinden, kollarından ve beyinlerinden başka satacak hiç bir şeyleri olmayan bir alıcılar grubunun bulunması durumunu; gruplardan biri yaşamını kazanmak için durmadan satarken, ötekinin kâr etmek ve zenginleşmek için boyuna satın alması durumunu yaratan bu garip durumun nasıl ortaya çıktığını sorabiliriz. Bu sorunun incelenmesi, bizi, iktisatçıların ön ya da ilkel birikim dedikleri, ama ilkel mülksüzleştirme denilmesi gereken şeyin araştırılmasına götürür. Bu ilkel birikim denen şeyin,, emekçi ile onun iş araçları arasında varolan ilkel birliğin dağılması sonucuna götüren bir dizi tarihsel süreçten başka bir anlama gelmediğini buluruz. Bununla birlikte, böyle bir araştırma, burada ele aldığım konunun dışına çıkar. Emekçi ile onun iş araçları arasında bir kere ayrılma oldu mu, bu durum, üretim biçiminde yeni ve köklü bir devrim onu altüst edinceye ve ilk birliği yeni bir tarihsel biçim içerisinde yeniden kuruncaya dek varlığını sürdürecek ve her gün daha çok artarak sürüp gidecektir. 

Peki, işgücünün değeri nedir? 

Bütün öteki metalarda olduğu gibi, emeğin değeri de, onu üretmek için gerekli-emek miktarı ile belirlenir. Bir kimsenin işgücü, ancak onun yaşayan kişiliğinde varolur. Bu kimsenin kendini yetiştirmek ve yaşamını sürdürmek için belli miktarda geçim araçları tüketmesi gerekir. Ama insan da, makine gibi yıpranır ve onun yerini başkasının alması gerekir. Emek pazarında onun yerini alabilsin ve emekçiler soyunu sürdürüp gitsin diye, kendi öz geçimi için muhtaç olduğu, geçim araçları kitlesi dışında, ona, belli sayıda çocuk yetiştirmesi için de belli miktarda geçim araçları gereklidir. Ayrıca işgücünü geliştirmek, belli bir beceri kazanmak için, bunun dışında kalan miktarda değerler de harcanmalıdır. Amacımız bakımından, eğitim ve gelişme maliyetleri önemsiz olan ortalama emeği dikkate almamız yeterli olacaktır. Ama, gene de, bu fırsattan yararlanarak, farklı nitelikteki işgüçlerinin üretim mahiyetleri nasıl değişiyorsa, farklı sanayi dallarında kullanılan işgüçlerinin değerlerinin de farklı olmak zorunda olduklarını belirteyim. Şu halde, ücretlerde eşitlik istemi, bir yanılgıya, hiç bir zaman yerine getirilemeyecek akla-aykırı bir isteğe dayanmaktadır. Bu istemin kaynağı, öncülleri kabul edip, vargılardan kaçan hatalı ve yüzeysel radikalizmdedir. Ücret sisteminde, işgücünün değeri, bütün öteki metaların değerleri gibi belirlenir. Ve değişik türden işgüçleri nasıl ki farklı değerlere sahiplerse, ya da üretimleri için farklı emek miktarları gerektiriyorlarsa, emek pazarında da farklı fiyatlara sahip olmak zorundadırlar. Ücret sistemi altında, eşit ya da hatta adil ücret isteminde bulunmak, kölelik sistemi temeli üzerinde özgürlük istemekle aynı şeydir. Sorun, sizin neyi haklı ya da adil bulduğunuz değildir. Sorun şudur: Belirli bir üretim sisteminde, zorunlu ve kaçınılmaz olan nedir?

Bu söylediklerimizden sonra, görülüyor ki, işgücünün değeri, işgücünün üretimi, geliştirilmesi, bakımı ve sürdürülmesi için gerek1i geçim araçlarının değeri tarafından belirlenir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.